Sunday, September 23, 2012

SiMurG KuŞu musun SeN?

Nesin sen?
Kuş musun göklerde süzülen,
Tüylerin de yok ki senin.
Yoksa, yoksa...?
Kaf Dağı’nın ardında gizlenen Simurg kuşu musun?
...
Eriyorsun, kayboluyorsun gözümün önünde
Ve Aşk
Aşk-
-İçinde.
Tekrar doğup küllerinle
Yine bir bedende can bulup,
Sema-semah yapıyorsun.
Yine eriyorsun,
Eriyorsun gözümün önünde.
...
Özünden doğan spiraller içinde
Yükseliyorsun semaya
Ta ki...Ta kiiiiiii....
Boşluk olana dek.


 

Sunday, September 9, 2012

Kalpten bakınca güzel oluyorsun DÜNYAAAA


7 Gün 7 Gece Sema/ Yalova –Gökçedere’de

....

Seni uzaktan sevmişim yıllardır sanki iki farklı varlıkmışız gibi. Aslında kalbim iken sen. Aslında damarlarımda dolanıyorken can suyun. Ve senin bir parçanmışım ben.
Dönerken aşk içinde eriyorum. Şimdi sessiz sedasız taşıyorum sırrını. Çünkü sırrın dediğim anda kelimeler yetersiz. Ateş işte bu. Yanar, kor olur en sonunda. Bu ateşle ne bir yere varma, ne de kendimi kanıtlamak derdindeyim. Cennetini de biliyorum, cehennemini de. Dile gelmek için bile binlerce yıl uzaktan geldim aslında. Kendimi severek, bütün canlılara vardım. Ben onlardaydım, onlar da ben de. Aşk ise bizde. Herkesle, her şeyle aynı semanın altında yaşadığımızı bilmek yetiyor bana. Bu yüzden ihtiyacım yok artık sınırlara, kavramlara, ideolojilere, milletlere…Başımızı kaldırdığımızda gördüklerimiz aynı. Altında yaşadığımız gökkubbe aynı. Yıllardır bir nebulanın içinde aşkı arayıp duruyoruz. Oysa aşk, içimizden dışımıza serpiyor varlığımızdan gelen yıldız tozlarını. İşte bu yüzden durmuyor dünya, durmuyor semalar. Durmuyor zikrediyor çiçekler AŞK’ı. Elhamdülillah.
......

Şu an rüya gibi. Saat gecenin 3’ü. Var olduğundan beri dönüyor dünya. Müzik şifasını vererek sema yaparken, sema da müzik oluyor.
Belki de topluca, toplumca, bu dünyaca bir rüya görüyoruz. Gözlerimiz kapalı ve biz kurup yaşıyoruz. Oysa varlığın anlamını ya da bilmiyorum ki anlamın varlığını da olabilir… İşte bu sırrı hissettiğimizde, coşku duyduğumuzda gerçek oluyor her şey. O zaman AŞK’a çevirelim düşümüzü. Bırakalım savaş- barışı, iyi- kötüyü, çirkin- güzeli. Birleştirelim tüm zıtlıkları gerçek AŞK’ ta.

SEMA’ya giderken


Yalova/Gökçedere’de her yıl gerçekleştirilen, Türk Musiki’sini Araştırma ve Tanıtma Grubu (TÜMATA) tarafından 16-23 Ağustos tarihlerinde düzenlenen “ 7 Gün 7 Gece Sema” etkinliğinin son 2 gününe katılmak için yollardayız.

İki yanı çınar ağaçlarıyla bezenmiş bir yol, dingin bir sessizlik götürüyor beni oraya. Yol kenarlarında tek tükte olsa birkaç insan. Yavaş adımlar... Her adımlarının, aldıkları her nefesin tadını çıkarmak istercesine…

Yol arkadaşlarım Deniz ve Duygu. Onlarla şu anda sessizliği paylaşıyoruz. Şükürler olsun sessizliği paylaşabilenlere.

Ve mis gibi çimen kokusu her nefes alışta içimi yeşerten…

Mehmet Rasim Mutlu İlim Merkezi. Mutlu ilim. İlk karşılaştıklarım bir köpeği öpen küçük bir bebek, rüzgarla gelen ney sesi, zaman ve mekanın kayboluşu… Bir tılsım beni sükunete, sadeliğe, huzura, uyuma ve birliğe davet eden.

Friday, September 7, 2012

NEDEN?ki


Neden bir ünvana yetişmek gibi bir gayemiz var? Ya da bir an önce işe gitmek, kar etmek, para kazanmak, illa ki yükselmek, ev sahibi olmak, araba satın almak… Ruhumuzdaki gedikleri açan hırslarımız, telaşlarımız, kariyer planlarımız, malımız, mülkümüz. Kemirdikçe kemiriyor ruhumuzu. Ya biz ne yapıyoruz bu boşlukları kapatmak için? Ohh, makyaj üstüne makyaj... Sahip olduğumuz san, kariyer, arkamızı yere getirmeyeceğini düşündüğümüz mal varlıklarımız. Ya o mal varlıklarını edinmek için sürüklendiğimiz hayat kopuklukları, sırf o evi almak için edinilen borçlar, sırf o borcu ödemek için çakılıp kalınan çarklar….Bırakıp gidememek…Ne için? diye sorarken aslında bu NEDEN?leri  nerden yazmaya daldığımı anlatayım.
Üniversite yılları, yurtta kaldığımız senelerden 304 nolu oda mensupları 4 kişi görüştük dün gece. Özleşmeler, yeni hayatlar, görüşülmeyen bu 4 senede yaşanılanlar. 4 sene de az buz değil, bu senelerde yaşanılanlar da. İçlerinden Duygu, Erzurum’da psikolog. Memleketi Van. Depremde ailesinin yaşadıklarından bahsediyor. Kendi sahip oldukları 2 evde hasar görüyor, yıkılıyor depremde. Bunun yanında teyzesinin, diğer akrabalarının evleri de. Ailesi ve akrabaları bir hafta kadar dışarıda, arabada yatıyorlar. Erzurum yakın. Duygu onları yanına çağırıyor, deprem sırasında Van’da olmadığı için neler olup bittiğini bir yandan da tam algılayamamışken.
 “Ben hala onları ağırlayacak, misafir edecekmiş gibi düşünüyorum” diyor.
Anneleri yolda iken “Ne yemek yapayım?” diye sorduğunda “ Valla ne bulursan yap işte. Bir haftadır açız.” diye gelen yanıt aslında gelen misafirlerin can dertlerini sunuyor ona.  
30 kişi iniyorlar araçtan. Teyzesi yalın ayak, erkekler saç sakal karışmış...
Bir buçuk ay Erzurum’da kalıyor aile. Duygu görevlendirme ile arada Van’a gidiyor. Tabi ki kalacak ev yok, hotel yok. Uyku tulumunda hastanede yatıyor. Amacı yaşanılan travmalar da biraz olsun yardımcı olabilmek. Arada, ailesinin istediği bazı şeyleri almak için hasar görmüş evlerine uğruyor. Uğruna koşturulan, edinilen tüm varlıklar viran, duman.
Bina yapımı için TOKİ’ye izin verilmiş. TOKİ yıkılan evleri  kaç evin olursa olsun, değeri ne olursa olsun 30.000’e sayıp geriye kalanı sana 20 sene borca bağlıyor. Elde etmek için yıllarını verdiğin her şey bir an, sadece bir anda viran duman.
Dün geceki buluşmam yazıya döktürttü içimde çınlayıp duran bu NEDEN? sorularını. Sorar oldum ya nicedir NEDEN? diye. Yeni sorulara neden olan NEDEN? sorusuyla işte öyle bir dalgın bakıyorum insanlığın hallerine.

Wednesday, September 5, 2012

BiR ÇOCUğun GÖZBEBEKLERİNDEN İÇERi



Ego otobüsüne bindim. İçerisi bir sürü yaşlı dolu. Tüm koltukları kaplamışlar. Evet ya şu an tam da o an koltuk kılıfı gibiler. O kadar yaşanmışlıkları, anıları...var belki ama bu koşuşturmacanın içinde cansız gibiler. Sanki yitip gitmiş anıları çarkların içinde, ezilip sönmüş canları. Ne işiniz var burada bu yaşta diye bağırasım var otobüsün içinde. Derken bir amcanın yanında oturan torun çocuk ilişiyor gözüme. Gözlerini kapatıyor birlikte hayal kurmak istercesine.


O hayal kurarken ben de yüzümü kanıma dokunan otobüsün iç görüntüsünden cama çeviriyorum ve dışarıyı izliyorum. Bir sıra bakanlığın önünden geçerken her binanın yıkıldığı yerinde de ağaçların bittiği canlanıyor gözümde. İşte o zaman otobüsün içine bakıyorum. Can geliyor, renk geliyor bizim teyzelerin, amcaların yüzüne.
 
Aslında derdim onlarla değil derdim bürokrasi, sistem ve sistem içindeki koşuşturmacalarla.




Monday, September 3, 2012

BONsai SANATI




Yalova’nın Çiftlikköy girişinde Bonsai Sanatı diye bir bahçe ile karşılaşıyoruz. Tam gaz giderken Bonsai ve Sanat kelimelerini yan yana görmemiz hızımızı kesip durmamız için yeter de artar bir sebep. Yardımcı olmak amacıyla Ayşe teyze karşılıyor bizi. Sesinde, yüzünde içten bir hoş geldiniz ile. Nasıl yardımcı olabileceğini soruyor? İlgimizi çektiğini söylüyoruz. Aslında,  ben bonsaileri çok seviyorum hem de çoook diye zıplarken içim. Konuştukça Ayşe Teyze’nin bonsai sanatına olan aşkını, sevgisini, şefkatini fark ediyorum. Bu sevgiyi hissettikçe içimdeki zıplangıç hızlanıyor.
Bonsai sanatı bir çok farklı ağaç türüne şekil verilerek uygulanıyor. Meyve ağaçları dışında odunsu olan her ağaç türünde bonsai yapılıyor. Bonsai sanatı derin bir kültürü olan emek isteyen bir süreç. Çam, sedir, ardıç ağaçlarına, fikuslara öyle ince, öyle estetik şekiller verilmiş ki bakmalara doyamıyorum. Ağaçların çoğu 8-9 yaşındalar.  Yani bu güzellikler yılların emeğinin ürünü. Genç olanlarının dallarına şekiller verilmek üzere teller sarılmış. Fidanlar, budama ve çeşitli yöntemlerle bonsai haline getirilmiş. Ayşe Teyze ve bu bahçenin sahibi Hasan Şimşek birlikte 12 senedir kendi sevgileriyle şekillendirmişler ağaçları. Sevgi görünmez ya hani ama Ayşe Teyze’nin anlattıklarında hissediyorsunuz onun ağaçları, çiçekleri ne kadar da sevdiğini. 4 sene öncesine kadar ev hanımı olan ama bu sevgisi uzun yıllara dayanan Ayşe Teyze’miz anlatıyor ağaçlarını. “ Onlar çocuk gibidir. İlk yaşları zordur. Daha çok emek, ilgi ve tutarlılık isterler bu yaşlarda.  Terlerse terini alırsın, acıkırsa beslersin. Ne çok sıcak isterler, ne de çok soğuk. Her biri kendine göredir. Seversin, gözün gibi bakarsın. Ama biraz büyüyünce güçlenirler. Verdiğin şekillerin dışında kendi şekilleriyle harmanlanırlar. Kökleri daha güçlüdür ve artık daha bir köklenerek uzanırlar gökyüzüne”. Sonra fikusları gösteriyor. “Hele şunlar sevgi arsızıdır. Eğer odaya girip onlara yüz vermeye gör hemen küserler. Öyle ihtiyaçları vardır ki sevilmeye. Ama verdiğiniz sevgiyi yansıtırlar size. Yeşiline can verir sizin sevginiz”. O an kendi içime dönüyorum ve soruyorum. Hangimiz fikus değiliz ki fetusluğumuzdan bu yana? Kim ki sevgiye muhtaç olmayan ve sevgiyi yansıtmak istemeyen? Var olan boşlukları sevgi doldursun yeter ki.  Ve biz yansıtalım sevgiyi daha bir tomurcuklanarak. Seviyorum.

 


Ayşe Teyze ve sevgi arsızı Fikusları