Dün.Bahçeli 7.
Cadde bitişi.
Dolmuş
duraklarında bitmek bilmeyen Çiğdem Mahallesi dolmuşu bekleme sürecindeyken.
Gelen
arabalar, içime işleyen sesler.
Trafik
içinde korna sesleri içimde bozuk bir ritim oluştururken.
Aldığım nefes, nefes
değil de arsenik tadındayken.
Bir an
gökyüzüne baktım. Dolmuş bekleyen zihnimi ve gözlerimi gökyüzüne çevirdim.
Gökyüzünün
genişliğinde küçücük kaldı tüm karmaşa. Ve dinginleşti an.
Bu duyguyla dolmuştan
indiğimde kendimi yalıncak ormanında buldum. Yani farklı ve dingin bir ritmin
içindeydim.
Toprakta hala hafta sonu yağan yağmurun kokusu vardı ve kıvamı bir ay öncekinden bambaşka. Her tohum için kucak açarcasına.
Ağaçlarda
heyecanlı tomurcukların kokusu vardı. Yanlarından geçerken koşulsuzca sizinle
paylaştıkları.
Bulutlar
bahar yağmurlarını taşıyordu. Sesli ve dopdolu. Her an taşacakmışçasına.
Çimenlerin
yeşili baharın ilk tonundaydı.
Esen
rüzgarda dinginliğin ferahlığı vardı.
Doğanın bir ritmi var. Büyük şehirlerdeki günlük hayat koşuşturmacaları içerisinde kaçırılan, fark edilmeyen.
Dün doğanın bana fısıldadıkları
Bu ritmi apartmanlarımızın önündeki ördek biblolarıyla,
CD lerden dinlediğimiz kuş sesleriyle, çam kokusunu evimize getirdiğini iddia
eden oda parfümleriyle, bahar esintisi diye pazarlanan deterjanlarla yakalamaya
çalışmak illüzyonun ta kendisi. Biz kendimizi parayla satın aldığımız bu yapay
tonlarla kandırdığımızı sanırken buna ne ruhumuz ne bedenimiz ne de zihnimiz
uyum sağlayabiliyor. Sonra bahar yorgunluğu adı altında suni vitamin seansları
başlıyor. Oysa doğanın bir parçası ruhumuz, bedenimiz, zihnimiz. Tüm
varlığımızın ihtiyacı olan tek şey doğayla baş başa olmak. Doğanın ritmini ve
geçişlerini içimize çekmek.